Seyr-i Sülûku
Abdullah Baba Hazretlerinin Kendi Dilinden Seyr-i Sülûku
1982 yılında Üstadımın işareti ile itikâfa girdim.
Üstadım bana:
– Evladım Abdullah! Üç gün, yetmiş bin tevhid okuyacaksın. Üç gün içerisinde Rasulullah (sav)’ı görürsen, on bin salâvat okuyacaksın. O bittikten sonra, tekrar yüz bin tevhid okuyacaksın, arkasından yüz bin Lafza-i Celal okuyacaksın. Tekrar tevhide devam edip en son Lafza-i Celal ile devam edeceksin. Bunun üzerine:
– Peki, Efendim; diyerek eve geldim ve arpa ekmeğinden çörek yaptırdım ve üzerime siyah bir elbise giydim. Evimin uygun bir bölümünde karanlık bir yer oluşturup, orada İtikâf’a girdim. Kaldığım yer katiyen ışıklı bir yer değildi. Sadece küçük bir ampul vardı. Yemeğimi yiyeceğim zaman takar, diğer zamanlarda da çıkarırdım. İçeri girdiğimde ilk olarak iki rekât Allah rızası için namaz kılıp, İtikâf için niyetimi yapıp, Ümmet-i Muhammed’e dua ederek, Üstadımın verdiği virde devam ettim. İlk olarak Kelime-i Tevhide başladım.
Tevhid okurken her tarafı bir nur kapladı. Bedenim içeride bulunduğu halde, ruhum yükselmeye başladı. İlk olarak Ay’a geldik. Ay çok güzel ve oldukça da parlaktı. Adeta bütün melekler oradaydı. Her biri Allah’ı (cc) ayrı ayrı tesbih ediyorlardı. Oradan Merih yıldızına geldim. Merih yıldızında da sular var, ağaçlar var. Tıpkı Cennet gibi çok muazzam bir yer idi. Yine orada da Melaike-i Kiram Hazeratı Allah’ı (cc) zikrediyorlardı ve daha sonra sırası ile Kutup yıldızına, Kutup yıldızından Güneş’e geldim. Güneş’te de Allah’ı zikreden pırıl pırıl melekler var. Oradan Samanyollarına geldim. Burada da yine melekler ayrı bir zikir yapıyorlar. Bu esnada Bende bir korku başlayınca Üstadım yanımda hazır bulundu.
Ve Bana şöyle dedi:
– Evladım Abdullah! Şimdi şu esmayı söyleyeceksin
Bu arada Vücudum Kelime-i Tevhid zikrini okuyor, “Lâ ilâhe illâllah” diyor. Fakat ruhum ise Üstadımın söylediği esmaları okuyordu. Nihayetinde siyah bir nura geldim. Bu nuru aşmak mümkün değil. Çokta korkmuştum. Nasıl ki televizyonda aydaki insanları gösteriyorlar ve boşlukta duruyorlar, tıpkı onların durdukları gibi Ben de öylesi bir boşluğun içerisinde duruyordum. O sırada su aygırı suretinde bir melek geldi. Sureti öyle büyüktü ki gözleri ve tüyleri dahi:
“Ya zel celali vel ikram ya zül celali vel ikram” diyordu. Çok korktum. O anda hemen Üstadım ve Piran Hazretlerinden yanımda olanlarda vardı.
Bana;
– Evladım Abdullah Efendi; “Ya zel celali vel ikram, ya zül celali vel ikram” esmasını sen de söyle. Melaike-i Kiram Hazeratına sen de eşlik et, dediler.
Ben de aynısını söylerken, sanki o melek yürüyor gibi hareket ederek, üst kısımdan bir yeri fermuar açar gibi o tabakayı açtı. Bir anda oraya nur saçıldı. Bundan sonra Mâna âleminde, beni kıyma makinesine attılar ve orada kıyma haline getirdiler. Daha sonra, o kıyma haline gelen eti silindirin üzerinden geçirdiler. Kâğıt gibi dümdüz oldu. Daha sonra, onu bir fırına koydular, yaktılar, pişirdiler, kül haline getirdiler. Daha sonra fırından çıkardılar, o külü bir kâse içerisine koydular ve Allah-ü Teâlâ Hazretlerinin huzuruna götürdüler.
Orada: “Ya Rabbi, bu Senin için yandı, kül oldu.” dediler ve o küllerimi on sekiz bin âleme savurdular. Bu hadiseler cereyan ederken, bizzat Ben de müşahede ediyordum. Bir de baktım ki on sekiz bin âlemde kendimi gördüm. Her tarafta zerre zerre Ben vardım.
Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri, o zerreleri tekrar birleştirerek, kendi bedenimde bütünleştirdi. Daha sonra yine Kelime-i Tevhide devam ettim. Tevhid içerisinde diğer esmaları da söylemeye başladım. Sülûk’ten çıkmama üç gün kala da, ekmek dahi yiyemedim. Çünkü Allah’ı zikrettikçe bir gıda gelmeye başladı. Dilimin altındaki nem, zemzem gibi oluyor ve gıdalandırıyordu. Yatacağım zaman yatamıyor, oturacağım zaman oturamıyor idim. Zira bütün vücudum Allah’ı zikrediyordu.
Nihayetinde, nefsin yedi makamını aşarak, Üstadım Bana seyr-i sülûkümü tamamlattı, elhamdülillah. Bu itikâfı bitirdik. Biz itikâfta iken, memleketimizde bir cinayet olmuştu, onu dahi görmüştüm. Rabbim (azze ve celle) her şeye kadirdir. Türlü türlü seyir yaptırdı. İtikafımı tamamlayıp Üstadımın yanına gittim ve yaşadıklarımı O’na anlattım.
Üstadım Hazretleri:
– Allah razı olsun evladım, elhamdülillah seyr-i sülûkun tamam oldu. Babanın ismini söyle de icazetini mühürleyeyim dedi.
Ben de kendisine:
– Efendim, Ben buraya icazet için gelmedim: “İlahi ente maksudi ve rızake matlubi Ya Hazreti Allah (cc)” demeye geldim, başka bir şey istemiyorum. Ben er olarak çalışacağım. Eğer rütbeli olursak bizim rütbemizi soyarlar, rütbe namı hesabına çalışıyor diye söz ederler, dedim.
Seyr-i sülûk yaparken bazen şeytan da gelir, nur halinde görünür ve: “ben senden razı oldum, bu tarafa gel” diye çağırır. O anda hemen o kişinin üstadı ve Piran Hazretleri gelir yardım ederler. Allah şefaatlerini üzerimizden eksik etmesin. En sonunda da Resulullah Efendimizin nuruyla her tarafta yok olduğumuzu hissettik.