En Sevgili

sevgili

Gecenin simsiyah sessizliğinde yine seni anıyorum ey sevgili. Yine seni anıyorum büyük bir hasretle, büyük bir sevgiyle…

Kayaları döven hırçın dalgalar gibi, deli deli esen çöl rüzgarları gibi, damla damla yağan yaz yağmurları gibi yine seni anıyorum ey sevgili, yine seni…

Acı poyrazlar bitmiş yerine koyu bir sükûnet dumanı çökmüştü.çaresizlik son demlerini yaşıyordu. Gül diyarının biricik gülü, sen ey resul yakıcı çöl sıcaklığında serin bir meltem gibi okşuyordun gönülleri. Sevginin doruklarına doğru bir tırmanış başlamıştı şimdi. Ruhsuz, kupkuru çöllerden gönül bahçelerine!

Sensizliğin soğukluğu titretirken vücudumu efendim, seni düşledim hicranla, umudun demir atmış limanlarında. Seni birilerine anlatmak, gönül ikliminden kopup gelen duyguları paylaşmak istedim. Belki kalbimdeki ateşi birazcık dindirebilir hissiyle. Yaradan aşkıyla dolu yüreğini biraz da olsun hissedip gözyaşı dökme umuduyla… umutlarımın boşa çıkmayacağı dileğiyle kalemimi sana açıyorum ey sevgili. Hoş geldin sayfama, hoş geldin kalemime, hoş geldin hasret dolu yüreğime diyorum.

Sonbahar mevsimine döndüm ey sevgili. Her geçen gün bir şeyler eksiliyor bedenimden. Kurumuş yapraklar gibiyim. Bir o yana, bir bu yana sallanıyorum. Sensizlik beni bilinmezliklere sürüklüyor, sensizlik beni uçurumlara yuvarlıyor. Ucu bucağı görünmeyen nihayetsiz uçurumlara.

Dipsiz bir azabın kuyusundayım ey sevgili. Sensizlik yüreğimi hançerliyor, tıpkı görünmez bir kamçı gibi şaklıyor ruhumun en derinine. Seni düşünmeden bir anım bile geçmiyor, seni düşünmeden bir günüm bile geçmiyor…bu çaresizlik omuzlarıma ağır bir hüzün gibi çöküyor. Gönül ağacımın dalları hasretine tahammül gösterip eğildi; ama henüz kırılmadı. Bu hazin tablo ne kadar sürer bilmiyorum. Ey sevgili, tek bildiğim sana kavuşmadan bu hasretin bitmeyeceği.

Kalbime damlayan hüzün damlalarında seni duyuyorum ey resul. Sana olan hasret kalmışlığımı gözyaşlarına vuruyorum. "kalp hüzünlenir,göz yaşarır" demiştin ya işte bu yüzden. Belki senin sahabelerin gibi ağlayamıyorum. Ömerin gibi, fatıman gibi olamıyorum; ama yine de senin aşkınla ağlıyorum, yüreğimi yakıp kavuruyorum. Aklıma senin için ağlayan hurma kütüğü geldi. Hani her zaman hutbeni okurken ona dayanırdın. Bir zaman sonra ashabın minberini yapınca ona dayanmaktan vazgeçmiştin. Bunun üzerine senin yokluğuna dayanamayan kütüğün, iniltilerini duymuştun da onu teselli etmiştin. Şimdi, ey sevgililer sevgilisi bizim iniltilerimizi kim duysun, kim duysun da bizi teselli etsin?

Gönül deryamın en derinindeki inci, susuz topraklara su getiren sevgili, gönül bahçemde açan güller boyunlarını büktüler. Seni soruyorlar, seni arıyorlar. Güllerin efendisini arıyorlar. Gökyüzünde hüzünlenen bulutlar sana ağlıyorlar. Gözyaşlarını döküyorlar denize, seni arıyorlar sevgililer sevgilisini arıyorlar…

Sis dağının perdelerini aralayarak mübarek hayatından kesitler geliyor gözlerimin önüne. Uhud'daki kahramanların geliyor. Senin öldüğünü zannedip hüzne kapılan ashabına, "niye burada oturuyorsunuz, o öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız?"diyen sahaben canlanıyor gözlerimde. Öyle bir atılmıştı ki savaşa bu cesur yiğit, savaş sonunda kız kardeşi onu sadece tırnaklarından tanıyabilmişti şimdi ey resul, sana verilen onca can varken biz sensiz yaşayıp da ne yapalım?

Zifiri bir karanlık çöküyor gönül alemimde. Umutsuzluğun derin uçurumlarında yuvarlanıyor gibiyim. Düşündükçe senin bize anlatmak istediklerini anlamayışımızın hüznü vuruyor ıstıraplı çehreme. Umutsuzluğun dipsiz kuyusunda acılara doğru yol almaktayım artık. Sessiz çığlıklar yankılanıyor bu dipsizlikte. Tam umutlarım tükendi derken bir ışık huzmesi yayılıyor karanlığın bağrına. Önce yaradan'ın rahmeti, sonra ey sevgili senin dilinden "kişi sevdiğiyle beraberdir" hadisi. Tekrar tüm umutları yüklenip yol alıyorum hayata. Umut ve umutsuzluk arasında sevgimi yaşamaya çalışıyorum. Umut, güz yaprakları gibi birer birer dökülürken her sonbaharda yere, ben yine de her baharda yeşereceğini biliyorum. Çünkü bahar sensin, umutsuzluğumu saran umut sensin!

Ey kainatın gülü seni sevince her mevsim bahar, her yağmur rahmet, her gece gündüz oluyor bana. Seni sevince hayat gül bahçesine dönüyor, dikensiz gül bahçesine… yüreğimde köpük köpük kabaran sevgi tomurcukları oluşuyor. Bu tomurcuklara yüreğimi teslim ediyorum. Bu tomurcuklara kendimi teslim ediyorum…

Sevgi dedim de, hz ebubekir düştü aklıma. Dost ebubekir, sıddık ebubekir… mağaradaki haliniz canlanıyor gözümde. Hani mübarek başını koymuştun ya dostun dizine, o da sen rahatsız olmayasın diye kıpırdamaktan bile çekiniyordu. Ebubekir kalbiyle ve duygularıyla ölçemediği bir ruh halindeydi. Bu an bir ömre bedeldi sanki. Ama birden iliklerine kadar işleyen bir sancı duydu o güzel dost. Bir yılan sokmuştu ayağını. Ama bu sancı engellemedi o anki saadeti. Kıpırdamıyordu, Resulullah rahatsız olmasın diye. Ancak acıya daha fazla dayanamayarak iki damla yaş düşmüştü dostun gözlerinden, mübarek yüzüne. Sadece iki damla… ne güzel sevgi, ne güzel sabır. Sevgili'ye duyulan ne büyük bir muhabbet!

Ey sevgili, hasret kabuğum çatlamak üzere. Damarlarımdaki kan, vuslat için hücuma geçti. Yüreğimdeki sönmek bilmeyen ateş kıvılcımlar saçmaya başladı. Sensizliğin ufkunda kayboluyorum. Nereden estiği bilinmeyen bir fırtınaya yelken açtım gidiyorum. Öyle bir gidiş ki, geri dönmek imkansız…

Ey sultanım, alınlarda pırıl pırıl yanan, ahlakı kur'an olan sultanım. Biz senin gibi sahip çıkamadık çaresizlere, düşkünlere. Senin gibi sevgi gösteremedik onlara. Düşkünlerin kanadı, çaresizlerin ilacı olan sultanım, çöl sıcaklığında bile üşür, üşütür olduk insanları! Oysa biraz sevgi, biraz şefkat, biraz hoşgörü yeterdi.

Hz. Ömer anlatıyor: “Bir gün Resulullah’a (s.a.v.) gittim. Öğle sonrasıydı. Odasında uzanmış dinleniyordu. Ben içeri girince doğruldu. Dikkat ettim. Üzerinde uzandığı hasır, böğründe derin iz yapmıştı. Uzanacağı kalın bir döşeği yoktu. Bu hali görünce ağladım. Benim ağladığımı görünce ‘Neden ağlıyorsun Ömer’ dedi. Dedim ki ‘Ey Allah’ın Resulü! Kisralar -İran kralları-, Kayserler -Roma imparatorları- kuştüyü yataklarda uzanırken sizin bu mütevazı haliniz beni hüzünlendirdi. Zoruma gitti.’ O, gülümsedi ve şöyle buyurdu: ‘Ömer! Allah’a yemin ederim ki, isteseydim Allah benim için şu Uhud Dağı’nı altına çevirirdi. Ama ben, bir gölgede dinlenip yoluma devam eden bir yolcu gibiyim. Ötesine ihtiyacım yoktur’.”

Bir çarpışma sonrasıdır. Çarpışma sahasından geçince atların altında kalmış bir çocuk cesedi görür. Muhtemelen annesi tarafından getirilmiş bir çocuk. Kimin çocuğu olduğu belli değil. Nasıl geldiği, nasıl öldüğü de. Ama bu manzarayı görünce, birdenbire irkilir. Yüzünün tümüne derin bir hüzün yansır. Herkesin duyacağı bir sesle haykırır. “İnsanlara ne oluyor ki, kadın ve çocuk öldürüyorlar. Ya Rabbi! Bil ki Muhammed bundan haberdar değildir. Ya Rabbi Muhammed bundan razı değildir.” Bütün bir gün boyu bu hali devam eder. Nihayet arkadaşları O’nun kızgınlık ve hüznünü dindirmek için araştırırlar ve bu çocuğun annesi tarafından savaşa getirilmiş ve mücadele arasında serseri bir darbeyle hatayla öldürülen bir müşrik aileye ait olduğunu öğrenirler. Gelirler ve Hz. Peygamber’e bunu söylerler. “Efendimiz” derler, “bu müşrik bir ailenin çocuğuymuş. Üzülmeyiniz!” Sakinleşeceği umulurken hiddeti daha da artar. Ve şöyle buyurur: “Öyle mi! Demek ki müşrik bir ailenin çocuğu! Ya siz neydiniz. Sizler de müşrik birer ailenin çocukları değil miydiniz?” Hatayla öldürülen bir çocuk karşısında bunca rahatsız oluyordu. Hem de çocuğun ve ailesinin dinini, ırkını hiç merak etmeden, sorgulamadan. Ya bugün: Medeni dünyanın yağdırdığı tonlarca bomba altında, ateşli silahların cehenneme çevirdiği coğrafyada, hayatını kaybeden binlerce masum çocuk! Ya onların adına kim haykıracak. Ya onların adına: Ya Rabbi bunlardan ben sorumlu değilim diye kim söylenecek. Kendilerinden medeniyet, insanlık, adalet, tarafsızlık ve rahmet beklenenler onca kahır sunarken kim, kimi, kime şikâyet edecek?

O’na en büyük düşmanlığı yapan Ebu Cehil ölmüş. İslam’a karşı şiddetli muhalefeti yapanlardan birisi de bu zatın oğlu olan İkrime’dir. Ve İkrime babasının yolundan devam eder. İkrime daha sonraki yıllarda Müslüman olur. Hatta Hz. Peygamber’i ziyarete gideceğini haber verir. Peygamberimiz azılı düşmanının oğlunu ayakta karşılar. Karşı karşıya gelince de kucağını açar ve “Hoş geldin ey yolcu” der. Sevgiyle kucaklar. Hz. İkrime’nin mahcubiyetten dudakları titrer. Ama sonraları iyi bir mümin olur. İşte tam o günlerdir. Hz. Peygamber bir ara sahabesinin Ebu Cehil hakkında ileri geri konuştuklarını duyar. Konuşmaların yapıldığı topluluğa süratle girer. Ve hemen müdahale eder. “Neden Ebu Cehil’in aleyhinde konuşuyorsunuz. Ölüyü çekiştiriyorsunuz. Bu kelimelerin ne faydası var. Siz bu sözlerle sadece sağ olanları -Hz. İkrime’yi kastediyor- üzmekten ileriye gidemezsiniz.” Dengeleri öyle hassas bir çizgiye oturtuyordu ki, en küçük bir ibre kaymasına müsaade etmiyordu.

Bir ağaca bağlanmış, güneşin altında susuz ve aç bırakılmış devenin yanından ayrılmaz. Su ve yem getirtir. Deveyi doyurur, sıcağa karşı da başına su döker. Ve sahibini buluncaya kadar oradan ayrılmaz. Sahibi gelince de: “Sen bu can taşıyandan dolayı Allah’tan korkmazsın. O’nun da senin üzerinde hakkı vardır bilmez misin” buyurur. Deve rahata kavuşunca odasına çekilir.

Gönül dünyama rahmet meltemi estiren elçi, penceremi açan rüzgardan aldım kokunu. O rüzgarda bir kez daha hissettim senin yokluğunu. Bir kez daha sensizliğin soğuk şerbetinden doyasıya içtim. Durmadan kanayan yaramın aslında sensizlik olduğunu bir kez daha hissettim.ey sevgililer sevgilisi gönül kapılarını aralayarak hasret perdesini açıyorum. Hasretin kara saplı bir bıçak gibi sivrilip saplanıyor bağrıma. Çok acı veriyor bana, çok…

Gönüllere sükûnet veren,kalplere sevgisini serpen, "ümmetim, ümmetim!" diyen gönül rehberim, hasretin alevlendi. Yanık yüreğim hasret yumağına döndü. Sen gittin ya ey resul, cürüm tohumları boy saldı bedenlerde. Şehirler, hicretteki mekke sessizliğine büründü. Sevgin beni bir hâl etti.ey sevgili bu nasıl sevgi; sesini duymadan, yüzünü görmeden,gözlerine bakmadan ey sevgili bu ne dehşetli sevgi? Hasretin vurdu tüm gönülleri. Hani baharı sessizce bekler ya tohum, işte öyle bekliyoruz seni ey sevgili. Sevgiyle, hasretle ve umutla…