Şems ve Mevlana Hz.
Mevlana Hazretlerinin Bir Mürşid-i Kamile Tabi Olması
Yaşatan ve öldüren, aziz ve zelil eden, bütün mahlûkat üzere hiç şüphesiz tasarruf eden Mevlayı Zülcelâl Hazretleri, insanoğlundan bir kısmını, İlahi sırlar ile donatarak yüceltmiş ve zatına yakın kılmıştır. Ayeti kerimede Cenab-ı Hakk, “İyi bilin ki Allah’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklar. Onlar iman edip takvaya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da ahirette de onlar için müjdeler vardır.” (Yunus-62.63.64) buyurarak onlardan bahsetmektedir. Allah’ın dostları her dönemde vâr olmuş ve vâr olmaya devam etmektedir. Nice sultanlar, devlet büyükleri, zenginler… vb. dünyada yaşamış ancak çok kısa bir süre sonra isimleri, varlıkları dahi unutulmuştur. Ancak Allah’ın dostları hiçbir zaman unutulmamış dillerden dillere gönüllerden gönüllere anlatılarak, özlenerek yaşatılmıştır. Mevlana Hazretleri buna işaretle; “Arama türbemizi başka yerde; ehli dil sinelerinde yeri var kabrimizin” buyurmaktadır.
Mevlana Hazretleri; nakli, akli, kesbî ve keşfî bütün ilimlerde eşi benzeri bulunmayan bir Allah dostudur. Daha küçük yaşlarından itibaren manevi keşif ve kerametleri zuhur etmiş, nice büyük zâtların müjdesine nail olmuştur. Bir nükte ile ifade edecek olursak: Mevlana Hazretlerinin çocukluk günleri, Belh’te babasının yetişkin dervişlerinin arasında geçiyordu. O’nun yüksek istidadı ve İlâhî sırlara aşinalığı emsallerinin ötesinde birçok âlimin dahi idrakine sığmıyordu. O küçük yaşlarında bile yaşıtları gibi oyun oynamanın aksine Allah’ın zikredildiği meclisleri arar, daima Allah-ü Teâlâ Hazretlerini zikrederek, Rasulullah (sav) Efendimizin aşkıyla gözyaşı dökerdi. Her fırsatta babası Bahaddin Veled Hazretlerinin dervişlerinin toplandığı İlâhî meclislere iştirak eder, bu meclislerin İlâhî feyzinden istifade ederdi. Daha çocuk yaşlarda idi. Nişabur’da bulundukları bir sırada bir rüya gördü. Rüyasında gayet nurani bir ihtiyarın kendisine altı adet dalı olan bir gül verdiğini babası Sultanü’l Ulema Hazretlerine anlattı. Babası Sultanü’l Ulema oğlunun rüyasını tabir edip: “Oğlum, Sana rüyanda verilen altı dallı gül, Senin altı ciltlik bir kitap sahibi olacağına işarettir.” buyurdular. Bunlar bu müzakerede iken, Feridüddin Attar Hazretleri yanlarına gelerek, altı dallı gülün sırrına ulaşıncaya kadar bu kitap ile meşgul olursun diyerek, Hz. Mevlana’ya Esrarname (Mantık-ut-Tayr) isimli kitabı hediye edip, Mevlana Hazretlerinin gördüğü rüyayı keşfen bilmiştir. Meğer Mevlana Hazretlerinin rüyasında kendisine altı dallı gülü veren ihtiyar, Feridüddin Attar Hazretleri imiş. (Allah cc. hepsinden razı olsun).
Hz. Mevlana’nın daha sonra Mesnevi’sinde çokça faydalandığı bu eserin sahibi Şeyh Attar Hazretleri, Bahaddin Veled Hazretlerine:
“Umarım ki Senin bu oğlun, âlemde yanacak gönülleri yakın zamanda ateşleyecektir.” diye sohbetleri esnasında müjde vermiştir. Nihayet buradan ayrılık vakti geldiğinde ise Şeyh Attar Hazretleri yaşlı gözlerle kervanı uğurlarken küçük Celaleddin’i kastederek:
“Hayret bir ırmak kocaman bir okyanusu peşine takmış götürüyor…” diyerek, Mevlana’ya karşı hayranlığını dile getirmiştir.
Böylece Allah dostlarının müjdesini ve duasını alan Mevlana Hazretleri küçük yaşlarından itibaren ilmi eğitimine başlamıştır. O kadar ki ilmî sahada akılların alamayacağı derecede yüksek bir dereceye ulaşmıştır ki daha öğreneceği hiçbir şey kalmamıştır. Şam’daki hocasının, senin artık öğreneceğin hiçbir şey kalmadı, şeklindeki ifadesi bunu çok çarpıcı bir şekilde açığa çıkarmaktadır. Burada şu hususa dikkat edilmelidir ki Mevlana Hazretlerinin zahiri sahada öğreneceği bir ilim kalmamıştır. Ancak O Âlimler Sultanı, “Ledün İlmi” olarak bilinen Kur’an-ı Kerim’de Musa ve Hızır (as) bahsinde, “Biz, katımızdan ona rahmet ihsan etmiştik ve katımızdan ilim belletmiştik. (Kehf/65) ifadesiyle haber verilen manevi ilimden yoksundu. Ne zamanki ilmi ledün sırlarıyla mücehhez, Marifetullah sırrına ermiş, Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarında fânî olarak peygamber varisliği makamıyla şereflenmiş Şemsi Tebrizi Hazretlerinin manevi terbiyesi altına girdi, işte o zaman maddeden mânâya ermeye yani Cenab-ı Hakk’ın ilahi saltanatını gönül aynasından seyretmeye başladı. Şemsi Tebrizi Hazretlerinin Mevlana Hazretlerine öğrettiği, tozlu raflarda, kitaplar arasında, dilden dile süregelen rivayetler içerisinde nakledile gelen bilgilerin çok ötesindeydi.
Bir gün tekkede büyük bir, Post’a oturma töreni vardı ve bir ulu kişiye şeyhlik rütbesini vereceklerdi. Bütün bilginler, arifler, şeyhler, filozoflar, emirler ve ileri gelen kimseler o toplantıda hazır olmuşlardı. Şems Hz.leri ve Mevlana Hz.leri de o toplantıya davet edilmişler ve birlikte giderek bir köşeye oturmuşlardı. Salonu dolduran bütün ulu kişiler, her biri muhtelif ilim ve fenlerden sözler söylüyorlar ve tatlı mübahaselerde (çeşitli bahislerde) bulunuyorlardı. Bütün bunları sessiz sedasız dinleyen Şems Hz.leri, bir ara dayanamayarak yerinden kalktı ve onlara: “Ne zamana kadar, şundan bundan rivayet edip, övünecek ve atsız eğere binip, erlerin meydanında koşacaksınız? İçinizde: Kalbim bana rabbimden bu haberi veriyor diyecek kimse yok mu ve ne zamana kadar, başkalarının asasıyla, ayakta yürüyeceksiniz? Hadisten, tefsirden, hikmetten vesaireden (nakden) söylediğiniz sözler, o zamanda yaşayan ve her biri kendi asrında erlik makamında oturan erlerin sözleridir. Mademki bu asrın erlerisiniz; o halde, sizin sırlarınız ve sözleriniz nerede?” diye ilave etti. Bunun üzerine hepsi de susmuş, utandıklarından başlarını öne eğmişlerdi.
Şems Hazretleri ilmi ledün sırlarından onlara uzunca sohbet etti. Sözlerinin sonunda:
“Peygamber’e Cebrail vasıtasıyla vahyedildiği gibi, kalbinin de vahyi vardır... Veli de böyledir: “Benim öyle bir zamanım vardır ki o zamanda; Benim ile O’nun arasına Allah’ın elçilerinden ve Allah’ın yakın meleklerinden biri giremez” ve yine:
“Allah, Ömer’in dili ile konuşur.” sözünün manası, size yüzünü göstermemiştir. Bu mananın yüz gösterdiği kimseye de, insanlar teveccüh etmişlerdir”, dedi. Bu sözleri işitenlerden, Şems Hazretlerine karşı kötü tavırlar sergileyen birçok kimse, Şems Hazretlerinin engin ilmi ve maneviyatına hayran olarak oldular ve birçok kimse O’na intisap etti.
İşte Şems Hazretlerinin Mevlana Hazretlerine öğretmiş olduğu, Molla Celaleddin’i, Âşıklar Eri Mevlana Celaleddin Rumi yapan ilim, ledün ilmi idi. Peki Mevlana Hazretlerinin bu ilme varis olması ve mürşid-i kâmillik yani peygamber varisliği makamına ulaşması nasıl oldu?
Günümüzde Mevlana Hazretleri manevi yönünden daha ziyade hümanistlik, hoşgörü, aşk, sema merkezli sevgi yelpazesi altında çok büyük bir âlim olarak ifade edilmektedir. O’nun Allah-ü Teâlâ Hazretlerine karşı bağlılığı, ömrünün her anını Cenab-ı Hakk’ın yoluna feda edişi, Rasulullah (sav) Efendimizin emirleri karşısındaki titizliği ve hassasiyeti hiç mevzu bahis edilmemektedir. Kimse O’nun davet etmiş olduğu İslam’a hizmet ve ilahi emirlere itaat yoluna koşmamaktadır. Oysaki Mevlana Hazretlerinin bütün zerreleri Allah’ın aşkı ile dolu, her bir fiili, Sünneti Rasulullah’a kusursuz uygun idi. Ömrünü zikrullah halakalarında Allah’ı zikretmekle geçiren Mevlana Hazretlerinin aşkının kaynağı da yapmış olduğu zikrullahtır. Şems Hazretlerinin O’na telkin etmiş olduğu ve manen yetiştirmesi, Mevlana Hazretlerini Rasulullah (sav) Efendimizin ahlakını tatbik ettirmek suretiyle olmuştur.
Bir gün Mevlana Hazretlerine soruyorlar; "Efendim Siz Şems-i Tebrizi Hz.leri gelmeden evvel kimsenin şüphesi olmayacağı dört dörtlük bir mü'mindin, müderristin, Sen zaten her şeyi biliyordun, din ve fen ilimlerinde zirveydin,
“Peki, Senin ibadetlerinde bir eksiklik mi vardı?”, dediler. Mevlâna Hz.leri:
“Hayır”, diye cevap verdi.
“Peki, Sen Şems Hazretlerinden ne öğrendin ki böyle perişansın, şu haline bak, tenin sararmış, belin bükülmüş, zayıflamışsın… Şems Sana ne öğretti?
İşte o zaman Mevlâna Hazretleri bir mürşidi kâmile tabi olmanın ehemmiyet ve faziletini ifade eden, mânâ ilimlerinin ve Tasavvuf’un özünü izah eden şu muhteşem açıklamayı yaptı:
— Evet, dediklerinizin hepsi doğru... Ama Ben Şems'e rastlamadan önce üşüdüğüm zaman ocağa birkaç odun atar ısınırdım. Artık ne kadar odun atsam da ısınamıyorum. Biliyorum ki ümmeti Muhammed’den üşüyenler var! Eskiden açken bir tas çorba içince doyardım. Ama şimdi ne kadar çorba içsem de doymuyorum. Biliyorum ki ümmeti Muhammed’den aç olanlar var. İşte Şems Bana bunu öğretti. Anladım ki Üstadım Şems’in Bana öğrettiği Fahri Kâinat Efendimizin ahlâkının tâ kendisidir.
Kim ki Rasulullah (sav) Efendimizin ahlakıyla ahlaklanmak isterse her ne olursa olsun bir mürşid-i kâmilin eteğine yapışması şarttır. Mevlana Hazretlerinin, Ayım Şems, Günüm Şems, Hayatım Şems; Sen olmasa idin ne Allah’ı (cc) ne de Muhammed’i (sav) bulurdum.”sözleri bunu çok manalı bir şekilde ifade etmektedir.
Günümüzde bazı sapık fikirli insanlar Şems Hazretleri ile Mevlana Hazretleri hakkında gayri ahlakî söylemlerde bulunmaktadırlar. Şunda hiçbir şüphe yoktur ki O yüce zâtlardan bahsederken Kur’an ve Sünnet’e muhalif her hangi bir ifade kullanmak muhakkak ki en büyük alçaklıklardandır. Zira Mevlana Hazretleri böyle kimselerin olacağını kerameten bilerek yüzyıllar öncesinden; “Ben Kuran’ın bendesiyim. Hz. Muhammed Mustafa (sav)’nın ayağının tozuyum. Kim bunun gayrısında Bana bir şey isnat edecek olur ise, ondan da söylediğinden de bizarım.”, buyurarak bu kişilere meydan okumaktadır.
Mevlana Hazretlerini anlamak için O’nun davet etmiş olduğu saadet kervanına İslam’ın emir ve yasaklarına sımsıkı yapışmak gereklidir. Mevlana Hazretleri ne bir şair, ne bir filozof vb. değildir. O Allah’ın dostu, Muhammed-ül Mustafa (sav)’nın varisi, aşk yolunun piri emsalsiz bir şahsiyettir. O; yüzyıllardır ve daha nice yüzyıllar boyunca bütün dünya âlimlerinin, ediplerinin, tanınmış şahsiyetlerin, nice insanın eşiğine baş koyacağı, vesilesiyle Allah’a kurbiyyet peyda edeceği, günahlarından arınacağı şefkat ve merhamet deryasıdır. Dolayısıyla O’nu anlamak Allah’a itaat ile olur.
Bir gün, Sa'îd-i Şehîd Kadı Necmeddin, büyük bir toplantıda Mevlana Hazretlerinin faziletlerini beyan etmek maksadıyla şu latifeyi anlattı:
Bütün dünyada genel olan üç şey vardı. Bu üç şey Mevlânâ'ya nispet edildikten sonra özel bir anlam kazandı ve bütün insanlık bunu benimsedi. Bunlardan biri "Mesnevi"dir. Eskiden her (kafiyeli) iki mısraya Mesnevi derlerdi; fakat zamanımızda Mesnevi denilince akla hemen Mevlânâ'nın Mesnevisi gelir.
İkincisi eskiden bütün bilginlere "Mevlânâ" diyorlardı, fakat bugün Mevlânâ denilince sadece Mevlânâ Hazretleri anlaşılır.
Üçüncüsü de her mezara eskiden türbe derlerdi; bugün hangi türbe anılsa veya söylense akla Mevlânâ’nın türbesi gelir.
Mevlana Hazretlerinin faziletlerine binayen nakledilen diğer bir hadise:
Sultan Veled Hz.leri şöyle nakletmiştir:
Ben Konya'da Medineyi Münevvere seyyitlerinden aziz bir zat gördüm. Bu zat sarığını “Mevlevi Üslubu” üzere sarmış ve bir karış kadar omuz başına doğru bırakmış. Kendisine hitaben:
“Ya seyyid! Bu şekilde sarık sarmayı Ben hiç bir meşayıhda görmedim, bu üslup ancak Mevlevilerde vardır” dedim. O efendi hayret edip Beni acepledi ve Bana cevaben:
“Biz aba-ü ecdadımızdan böyle işitmişizdir ki Habib-i Ekrem (sav) Miraç gecesi Arş’ın altında bir suret müşahede etmiş, Cennet hulleleri giyinmiş ve başına sarık sarınmış, sarığın ucunu da bir karış kadar aşağı bırakmış. Nazar-ı dikkatini çeken bu suret, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin çok hoşuna gittiği için Cebrail'e sormuş;
“Ya kardeşim Cebrail, bu suret Benim çok ilgimi çekti, enbiya veyahut evliya ruhu mudur?” deyince Cebrail (as) haber verip, bu suret Ebu Bekir Sıddık (ra)’ın evladından Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin ruhudur. Her hususta Senin yolunda olup; Şeriat, Tarikat, zühd-ü takva ve ahlak yönünden Seni örnek edinip, din-i mübin-i İslam’da bütün olgunlukları kendinde toplayıp (Ma min nebiyyin illa ve lehü naziyrun fiy ümmetihi) fevhasınca Senin sünnetin üzere hareket etse gerektir.” demiştir. Peygamber Efendimiz (sav) de hoşuna gittiğini beyan ederek sarığını o şekilde sarınıp miracdan geri dönmüştür. Ve bir karış kadar aşağı bırakmıştır. Biz de hala icra ederiz” demiştir.
Mevlana Hazretleri işte böyle muazzam bir dost manevi bir er idi. O’nun bu şekilde anlatılacak nice harikulade halleri var idi. Rabbimizden duamız bizleri de o Allah’ın yüce dostunun ahlakıyla ahlaklananlardan eylesin ve inşallah bizlere de onların yoluna tabi olmayı nasip ve müyesser eylesin…